Bir hafta kalırız, diye çıktığımız karadan inmemiz neredeyse bir ayı buldu.
Karaya çıkarken, “teknenin altını boyar, tutyaları değiştirir, bir hafta içinde de denize ineriz” diye düşünüyorduk. Tabii her zaman olduğu gibi evdeki hesap çekek yerindekine uymadı. Bir hafta, dört hafta oldu. Buenos Aires’teki dostumuz Onno minibüsiyle getirdiği zincirimizin galvenizlenme işiyle uğraşmasaydı karada biraz daha kalabilirdik.
Arjantin Yat Kulübü’nün 70 tonluk gezici vincinin belim kalınlığındaki kayışları Uzaklar II’yi şefkatli bir ana gibi kucaklamış, denize doğru götürürken yorgun, ama mutluyduk. Tekne pırıl, pırıl boyanmış, eğrilen şaftı, pervanesi düzeltilmiş, şaft ve braket kovanlarındaki bronz kaplı yataklar, gövdesindeki tutyalar değiştirilmiş, su sızdırmaz şaft keçesi yenilenmiş, motorun laynı yapılmış, zincirlik kazınıp boyanmış, paslanan emektar demir zinciri galveniz banyosuna girmişti. Tekne ve donanımı parlıyordu.
Sıra biraz da bizim temizlenip dinlenmemizdeydi. Bir ay boyunca ikimiz de çok yorulmuştuk. Ciğerlerimiz zımpara tozu, zehirli boya buharı ile dolmuş, ellerimiz ve vücudumuz çekek yerlerine özgü tozlu havanın da etkisiyle kararıp kabuk bağlamıştı. Son iki haftadır pansiyondan çıkmış, akşamları sessizce teknede yatmaya başlamıştık. Bu yüzden doğru dürüst banyo yapamıyorduk. Sibel bana baktıkça, “senin derin ancak tahta fırçasıyla kazınırsa arınır,” diye takılıyordu.
Son on gündür yardımımıza koşan Kubilay Masal’ın da bizden aşağı kalır yanı yoktu. Üstündeki yegâne pantolonu ve tişörtü boya lekeleriyle kaplanmış, ayakkabıları parçalanmıştı. Üçümüz ağır ağır suya inen tekneye baktık. Uzaklar II’nin önce salması suyla buluştu. Sonra kocaman gövdesi rahat bir döşeğe yayılır gibi nehrin kahverengi sularına oturdu. Vinç operatörü kayışları tamamen boşaltmadan önce güverteye atladım. Aşağıya inip sintineyi kontrol ettim. Sintine kuruydu. Güverteye çıkıp sağ elimin başparmağını yukarı kaldırdım. Operatör de aynı şekilde karşılık verdi. Sonra kayışları yeniden boşaltmaya başladı.
Arjantin Yat Kulübü bu ülkenin en eski ve köklü yelken kulübü. Herkesin kolay kolay üye olamadığı aristokrat İngiliz yat kulüplerinin havasına sahip. Seçkin üyeler yeşillikler arasındaki kulübün denize nazır lokali ve lokantasında buluşup sohbet ediyor, yemek yiyorlar. Kolalı beyaz örtülerle kaplı masalar arasında ak saçlı, ağırbaşlı garsonlar dolaşıyor. Çekek yerinde ahbap olduğumuz Carlos Colunga adlı üyenin davetlisi olarak, biz de birkaç kere aralarına katıldık.
Kulüp çalışanları güler yüzlü ve yardımsever. Hesabı öderken ofisteki görevli iskelelerinden birinde birkaç gün konukları olarak kalabileceğimizi söylemişti. Palamar botu kalacağımız yeri göstermek üzere önümüze düştü. Asırlık ağaçların gölgelediği yüzer iskelelere bir birinden alımlı tekneler bağlanmış. Nehirde bir süre ilerleyip Erivan’a bağlı Armenia adlı büyük bir teknenin yanındaki boşluğa girdik. Hayatımda ilk defa Ermeni bayraklı bir tekne görüyordum. 20 metre boyundaki teknenin üzerinde kimse yoktu.
Ertesi gün tekneyi kontrole gelen Garo Arslanyan adlı iş adamından teknenin hikâyesini dinledik. Uzaklar II’ye davet ettiğimiz Garo kahvesini yudumlarken anlattı. Armenia Ermenistan hükümetinin teknesiymiş. Mürettebat henüz Erivan’dan gelmemiş. Onlar da Horn Burnu’nu keşfe gidiyorlarmış. Garo’yu dinlerken, işte Horn Burnu’nun cazibesine kapılmış bir tekne daha, diye düşündüm.