Altımızdaki suyun rengi kahverengi… Gözüm bu renge bir türlü alışamıyor. Uzaklar II Rio de la Plata’nın çamurlu sularını yararak Buenos Aires’e doğru ilerlerken ikimiz de güverteye çıkmış, pür dikkat gözcülük yapıyoruz. Colonia’da tanıştığımız Arjantinli denizci Williams’ın bir gece önce küçük bir kâğıda yazıp verdiği koordinatları yola çıkmadan önce haritaya geçirmiştik.
Williams bu koordinatları birleştiren rota hattının dışına çıkmamamızı sıkı sıkı tembih etmişti. Üzerinde seyrettiğimiz sular birçok gemiye mezar olmuş. Navigasyon masasının üzerinde açılı harita talihsiz gemilerin enkazlarını gösteren sembollerle dolu. Çoğu yerde derinlik iki metreye kadar düşüyor. Kum bankları kardinal şamandıralarıyla işaretlenmiş.
Nehirlerden sürüklenerek gelen ağaç parçaları, dallar etrafımızda yüzüyor. Su tatlı olduğu için dalların üzerindeki yeşil yapraklar yaşamlarını sürdürmeye devam ediyor. Bazı yerlerde bitkiler bir araya gelmişler; uzaktan bakınca minik adacıkları andırıyorlar. Akşamüstü pruvamızda büyük bir şehrin yüksek binaları şekilleniyor. Havadaki pus tabakası şehrin üzerine çökmüş. Binalar beyaz bir tülün arkasına gizlenmiş hayaletlere benziyor. Biraz daha ilerleyince limanın dev zürafaları andıran vinçleri görüş alanımıza giriyor. Uzun rıhtıma kutu yük gemileri yanaşmış, yüklerini boşaltıyorlar. Hava kararmadan Arjantin Yat Kulübünün yüzer iskelesine bağlanıyoruz.
Arjantin denizci bir ülke… Kırk binin üzerinde yelkenli tekneye ev sahipliği yaptığı söyleniyor. Arjantin Yat Kulübü İngiltere’deki köklü yelken kulüplerinin havasını taşıyor. Pirinç süslemeleri, cam gibi verniklenmiş trabzanları, rahat deri koltukları, üniformalı garsonlarıyla çok “özel” bir yer intibaını uyandırıyor. Kulübün bağlama yerleri kısıtlı; ancak üyelerin teknelerini alacak kadar. Buna rağmen yurt dışından gelen yabancı tekneleri kabul ediyorlar. Yabancı tekneler kulübün iskelesinde bir hafta misafir ediliyor; hem de ücretsiz olarak. Üstelik tekneye elektrik, su bağlanıyor. Arjantinli denizciler uzun yoldan gelmiş yorgun bir denizcinin haleti ruhiyesini çok iyi biliyor olmalılar.
Kulüp şehrin içinde… Güney Amerika’nın bu devasa metropolünde tekneye ait her türlü malzemeyi bulmak mümkün… Giriş işlemlerini yaptırdıktan sonra dükkânları dolaşmaya başlıyoruz. Sokak satıcılarının, el ilanı dağıtıcılarının hep bir ağızdan bağrıştığı, pandonim sanatçılarının, göz bağcıların sanatlarını icra ettiği cangılı andıran sokaklarda yolumuzu bulmaya çalışırken, yeni öğrenmeye başladığımız İspanyolcamızı kullanıyoruz. İnsanlar sıcakkanlı ve yardımsever. Sorularımıza içtenlikle karşılık veriyorlar. Sabahları “Ferretero donde esta? (nalbur nerede)” şeklindeki sorularımız akşama doğru değişiyor: “Panderia donde esta? (fırın ne tarafta)”
Buenos Aires’teki Türklerle geldiğimiz günün akşamı tanışıyoruz. Doğan Haber Ajansının muhabiri Canan Kaya tekneye ziyaretimize geliyor. Yanında gazeteci Banu Acun… Canan gezmek için geldiği Arjantin’de evlenip kalmış, küçük kızı şimdi üç yaşındaymış. Banu 32. Gün adlı TV programındaki işini bıraktıktan sonra bir süre TRT’de çalışmış. Altı aydır da Buenos Aires’teymiş. TV dünyasında geçirdiği uzun yıllar boyunca yorulan kafasını ve vücudunu dinlendiriyor.
Biraz sonra Sinan Okur geliyor. Samsunlu Sinan sırt çantasıyla Güney Amerika’yı dolaşıyormuş. O da Colonia’da tanıştığımız Yusuf gibi bir başka ‘Anadolu kaplanı’. Buradan Bolivya’ya gidecekmiş. Uçurum kenarında bisikletle “ölüm yürüyüşü” yapmaya! Daha sonraki gün bir başka gazeteciyle tanışıyoruz; Ntv’nin buradaki muhabiri Aslı Pelit’le. Aslı da benim gibi Kalamışlı çıkıyor. Kalamış sokaklarında dolaşan sohbetimiz gece geç saatlere kadar sürüyor.
Türk Büyükelçiliğindeki müsteşarımız Mehmet Bulut’un 28 yaşında bir genç olduğunu görünce şaşırıyoruz. Daha çok genç… Çalışkanlığı ve zekâsı sayesinde bu yaşta müsteşar olmuş. Mahcup bir ifadeyle şimdi de Buenos Aires Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptığını söylüyor.
Büyükelçimiz Hayri Yalav Bey üç buçuk yıldır buradaymış. Onunla da ortak bir yanımız çıkıyor. Liseyi baba memleketim Talas’ta okumuş. Sibel’in Brezilya’da soyulduğunu öğrenince kendi başlarına gelen bir olayı anlatıyor. Buenos Aires’teki ilk günlerinde eşiyle sokakta yürürken saldırıya uğramışlar. Saldırgan eşinin bileğindeki saati çekip çalmış. Daha o zaman Rolex marka saatlerin Buenos Aires’teki hırsızları nasıl cezp ettiğini bilmiyorlarmış. Bize tavsiyede bulunuyor “Aman, sokağa çıkarken basit plastik saatler takın…”