29 Temmuz akşamı hesapta olmayan yeni bir alçak basınç üzerimizden geçiyor. Bunu beklemiyorduk… Gene o şiddetli rüzgâr, gene o ürkütücü dalgalar… İkimizi de dayanma sınırlarının sonuna getiren iki uzun günün ardından hava yavaş yavaş düzelmeye başlıyor. Havayla birlikte teknede yaşam biraz olsun normale (kara veya sakin sular normallerine göre) dönüyor…
30. güney paraleline pek az yolumuz kaldı. Bugün 14.00 GMT’de Uzaklar II, 30
derece 07 dakika güney, 037 derece 51 dakika batı koordinatları üzerinden, 80 derece pusula rotasıyla kuzeye doğru tırmanışına devam ediyor. Web sitesinin ana sayfasındaki ‘Uzaklar Nerede’ çerçevesine tıklanınca açılan yeni penceredeki, ‘Rota’ butonu seçilirse, sanırım son günlerde nasıl zig zaklar çizerek kuzeye tırmandığımız görülecektir.
Son dört gündür kafadan esen rüzgârların kaldırdığı denizlere baş vuran, bir küpeştesi suyun içinde, 25 derece derece yan yatmış ve bu haliyle adeta tuhaf bir denizaltıyı andıran teknenin üzerinde rahatsız bir seyir yapıyoruz. Ancak bu durumdan şikayetçi değiliz.
Ama gene de insan hali… Geçmiş çabuk unutuluyor. Aklımıza zaman zaman muhalif düşünceler geldiği de oluyor… O zaman, kendimizi daha bir hafta önce ‘Kükreyen Kırklar’da yaşadıklarımızı düşünmeye zorluyor ve bunun akabinde hemen halimize şükrediyoruz. Neyse ki güneşi artık daha çok görüyoruz. Isınan havayla birlikte ruh halimiz de gün be gün yükseliyor.
35. paralelden sonra hava aniden ısınmaya başladı. Günlerdir sıfır dereceye yakın seyreden hava sıcaklığı, kuzeye doğru çıktıkça, neredeyse katettiğimiz her mille birlikte artmaya başlıyor. Bir süre sonra güvertede ellerimizde eldiven olmadan da çalışabildiğimizi fark ediyoruz. Bu alışık olmadığımız yeni duruma, çıplak parmaklarımızın soğuğun yakıcı acısından kurtulmuş oluşuna, en çok Sibel şaşırıyor.
Her gün üzerimizdeki kat kat giysilerden biri daha çıkarılıyor. Önce termal içlikler, üst üste giyilmiş çoraplar, polar tip üstlükler… Her sabah kamaranın orasında burasında öbeklenmiş karmakarışık giysi yığınları göze çarpıyor. Yıllardır adeta derimizin birer parçası gibi olmuş giysileri kaldırmaya ellerimiz varmıyor. Sanki hâlâ onlara muhtacız… Bir süre sonra, artık onlarsız da yaşayabileceğimizi idrak ediyoruz. Ve dolaplardan yavaş yavaş yazlıklar çıkarılmaya başlanıyor.