Tierra del Fuego’da Kış, 1 Haziran 2011

Rüzgâr kuzeye dönünce etrafımızı saran buz tabakası çözülmeye başlıyor. Gitme vaktinin geldiğini anlıyoruz. Koltuk halatları toplanıyor. Irgat metalik sesler çıkararak zinciri sarıyor. Demir baştaki yuvasına oturuyor. Sessizce koydan çıkıyoruz.

Yolculuk devam ediyor. Issız yerleri severim. Bugüne kadar birçok ıssız koyda, adada, demir yerinde bulundum. Ama böylesini ne gördüm ne duydum. Haftalardır Ateş toprakları (Tierra del Fuego) ile Patagonya arasındaki ıssız sularda seyrediyoruz. Bu nasıl bir coğrafya. Bildiğimiz, alışık olduğumuz yerlerden ne kadar farklı.

Bir başka tekne, bir başka insan, insan elinden çıkmış bir yapı, bir işaret görmeyeli uzun zaman oldu. Adeta insansız, evsiz bir dünyanın kalbine doğru yol alıyoruz. Tepemizden umarsızca geçen kaz, ördek sürüleri… Yuvarlak kafalarını sudan çıkarıp merakla yanlarından geçişimizi izleyen denizaslanları… Uzaklar II’nin seyahatine tanıklık eden yegane canlılar.

Tabiatın el değmemiş güzelliği insanın içine işliyor. Bazen tüylerimi diken, diken eden, ürkütücü, vahşi bir güzellik bu. Ama asıl içe işleyen, yalnızlık duygusu. Fakat bu etrafımızda kimselerin olmamasından kaynaklanan bir yalnızlık duygusu değil. Çok farklı… Dünyanın ilk günlerini çağrıştıran bir tek başınalık hissi. Düşünüyorum da, yoksa yalnızlığın ana vatanı burası mı. Ana rahminden beri varlığını unuttuğumuz saf yalnızlığın…

Labirenti andıran kanalların, fiyortların her bir köşesi başka sürprizlerle dolu. Her yeni burnu dönerken, karşımıza acaba şimdi ne çıkacak, diye merakla bekliyoruz. Mavi bir buzul dağı, denize doğru akarken sihirli bir değneğin işaretiyle donakalmış gibi duran mavi bir buzul nehri… Kayın ormanlarıyla kaplı granit yamaçlardan dökülen şelaleler. Hem de yüzlercesi birden…

“Bakir doğa” tanımına bu kadar uyan kaç yer vardır dünya üzerinde. Nasıl olup da bekaretini korumayı başardığını merak ediyoruz. Belki de çok fazla düşünmeye gerek yok. Irzına geçmemize doğasının sertliği izin vermiyor. Bu kadar basit. Doğa kendisini soğuk ve fırtınalardan oluşmuş bir kalkanla koruyor.

Ateş Toprakları ve Patagonya sularında rüzgârın ne zaman, nereden, ne kuvvette eseceğini sadece Allah biliyor. Hızı saatte 100 mili bulan ani rüzgârlar her an, her yerde üstümüze çullanabilir. Emniyetli diye demirlediğimiz bir koyda bile ömür törpüsü bir gece geçirebilir, sabah aynaya baktığımızda saçlarımızdaki beyazların arttığına hayretle şahit olabiliriz.

Bu sularda soğuk ölümcül olabilir. Çoğu zaman el ve ayak parmaklarımın soğuğun etkisiyle ateşe tutulmuş gibi yandığını hissediyorum. Donma noktasına yaklaşan deniz suyunu kullanmak her geçen gün daha da zorlaşıyor. Sibel’in yün eldivenler üzerine lastik eldivenler giyerek bulaşık yıkamaya hazırlandığını görmek dahi insanın içini üşütüyor.

 

Scroll to Top