Erden Eruç’un Çağrısı, 04 Haziran 2010

Erden Eruç’u mitolojideki yarı tanrı insanlara benzetiyorum. Hem yürüyor, hem  koşuyor, hem kürek çekiyor, hem de tırmanıyor. Karada ve denizde engel tanımıyor. Durmadan gidiyor, gidiyor…

Tanımayanlar için onu kısaca anlatayım. Sandal irisi bir tekneyle Pasifik Okyanusu’nda aylarca kürek çekmişti. Tam 312 gün tek başına denizde kalarak çok güç bir iş başarmıştı. Şimdi karaya çıktı bisikletinin pedallarına bastı. Sadece kas gücüyle dünyayı dolaşmaya devam ediyor. Sonuna kadar gitmeye azimli.

Erden’in okyanusa açıldığı teknenin fotoğrafını ilk kez gördüğümde “Türkiye’de bizden de kaçıklar varmış…” diye düşünmüştüm. Açıkçası bu fotoğrafı görmek bana iyi gelmişti. Kendimi iyi hissetmiştim. Fotoğrafı biraz daha inceledikten sonra aklımdan şunlar geçmişti: “Bu kayığa acaba niçin yelken koymamış. Koca okyanuslar sırf kürekle geçilir mi?”

Kürek çekmenin ne demek olduğunu biliyordum. Kısa bir süre Galatasaray kulübünde, çok uzun bir süre de Fenerbahçe’de kürek çekmiştim. (Laf arasında İstanbul birincisi, Türkiye ikincisi olmuştuk.) Bu işin toyu sayılmazdım. Ama bizim en uzun seyrimiz Kurbağalı (b.klu) dereden Caddebostan’a kadar sürüyordu. Bu kadarı bile avuç derilerimizin açılıp cılk yara olmasına yetiyordu.

Erden beden gücünün sınırlarını zorluyor. Ben olsam kaslarıma bu kadar yüklenmezdim. Kayığıma bir yelken koyar, doğanın sessiz gücüyle giderdim. Ama onun seçimi farklı. O kaslarına güveniyor, kas gücüyle gidiyor. Ne diyelim; “Helal olsun…”

Erden’in seyahatinin bir de sosyal yardım misyonu var. O yoluna devam ederken bir yandan da Türkiye’deki ilkokullar için yardım topluyor. Toplanan bağışlar bir vakıf aracılığıyla okullara iletiliyor. Seyahatin zorluklarıyla uğraşmak, bir yandan da bu işlerle ilgilenmek hiç kolay değil. Bunların çok azını yaptığım için kendimden biliyorum.

Erden uydu telefonuyla Türkiye’deki konferanslara katılıyor. Tele seminerler veriyor. Çok aktif bir internet sitesi var. Yaşadıklarını anında izleyicilerle paylaşıyor. Okyanusun ortasından bile fotoğraf çekip yolluyor. Benim yapmadığım veya çok az yaptığım ne varsa, o bunların hepsini bol bol yapıyor. İşi hiç kolay değil. Allah yardımcısı olsun.

Ancak bu kadar uğraşa karşın hedeflediği yardım amacına bir türlü ulaşamıyor. İnternet sitesindeki, aşağıya aldığımız son yazısında umduğu desteğin çok azını bulduğundan yakınmış. Yakınmanın dışında adeta isyan etmiş. Haksız değil.

Erden’i çok geniş bir izleyici kitlesi takip ediyor. Sitesine giren ziyaretçiler yazılarını okuyor, bin bir güçlükle çekilmiş fotoğraflarına bakıyorlar. Onunla dünyayı dolaşıyor, hayatı pahasına yaptığı yolculuğuyla gurur duyuyorlar. Onun yaşadıklarından kendilerine dersler çıkarıyorlar. Belki de yıllardır sürdürdükleri hayatlarının anlamsızlığını görüp kendilerine yeni bir yaşam kuruyorlar.

Erden’in son zamanlardaki yazılarını okudum. Emeklerinin boşa gittiğini düşünüyor. Herkesin hep almak istediğini, karşılığında bir şey vermeye yanaşmadığını söylüyor. Bu düşünceleri bana pek yabancı gelmiyor. Galiba çoğumuz tüketmeye o kadar alıştık ki, Erden’in seyahatini de tüketilecek bir ürün gibi görüyoruz. Erden’in yaşadıklarından çok, ertesi gün ne yaptığını merak ediyoruz. Eminim Erden yazılarını birkaç gün geciktirse “niçin yazmıyorsun” diye sitem edenler bile çıkar.

 

Erden Eruç’un http://www.humanedgetech.com/expedition/anot/ adresindeki yazısı

Yola devam…
6 Mayıs 2010 – (33.0530S, 135.4641E)    -33.0530S, 224.5359W
Pazartesi günü Augusta Parks ilkokulunu ziyaret ettim. Ondan önce Murray Bridge Parks ilkokulunu ve Melbourne’da Işık Kolejine uğrayıp oralardaki öğrencilerle sohbet etmiştim.

Benim Melbourne’a pedal basarak varışım öncesinde Melbourne konsolosluğumuz tarafından 3.000 kişi civarında bir listeye haber iletildi, varacağım yerde karşılama, sonrasında da bir sunum ve bir yemekte buluşmak için önerilerde bulunuldu. O karşılamaya ancak 15 kadar dost geldi, sunuma belki 25. Bizi ağırlamak için 100-150 kişilik düzen alan bir Türk restoranı, ancak 20 kişilik bir gurup oluşunca zarar etti. Gelenler 700 dolar civarında bir bağış yaptılar, bunun yarısı beni zaten lise ve üniversiteden tanıyan iki arkadaşımdan geldi. Bağış yapanlar benim onlara minnettar olduğumu biliyorlar, başarılarımla gurur duyma hakkını kazanıyorlar. Gerisi zaten ilgilenmiyor…

Image: 150 kişilik Avustralya usulü yemek tarifi!

 

Artık bu konuyu düşünmek bile istemiyorum. Türklerden gelen bağışların Türkiye’de değerlendirileceğini ve İlkokullara Yardım Vakfı ile beraber çalıştığımızı daha önce de gayet açık ifade etmiştim. Gelen bağış miktarları benim için moral bozucu. 2009 ve 2010’da en önemli katkı, Amerika’da Microsoft’da çalışan Soner Terek tarafından yapıldı. Soner her ay maaşından 200 doların otomatik olarak kesilmesi ve bunun üç ayda bir Around-n-Over’a yollanması konusunda işverenine talimat vermişti. Kurumsal Sosyal Sorumluluk programları icabı ABD şirketleri, çalışanlarının desteklediği vakıflara denk bağışlarda bulunuyorlar. Böylece Soner’in katkıları ikiye katlanarak bize ulaştı, biz de o sayede üç ayda bir 1.200 dolar İLKYAR’a aktardık. Microsoft, Boeing ve başka şirketlerde çalışıp da bu satırları okuyan dostlara hatırlatmak istiyorum…

Türkiye’de İLKYAR Vakfı’nı destekliyoruz. 25 seneyi aşkın bir süredir çalışmalarını sürdüren İLKYAR, kırsal alanda ilk ve orta okullardaki eğitime ve bilhassa kız öğrencilerimizin öğreniminin devamına katkıda bulunmaktadır. Yatılı İl Bölge Okulları kadar köy okullarında da faal olan bu vakıf, kitap, defter, kalem ve yeri geldiğinde ayakkabı dahi sağlamış ve tamamen gönüllülerden oluşan kadrosuyla gelen bağışların tamamını çocuklara okumayı sevdirmek amacına uygun değerlendirebilmiştir. Çoğu zaman bağış verenlerin kendileri gönüllü olarak çalışmış, böylece vakfın başarısına ortak olabilmiştir. İLKYAR’la beraber çalışarak biraz da olsa, Türkiye’nin geleceğine katkıda bulunduğumuzu düşünüyorum.

Image: Düz yollarda rüzgar elverirse iyi mesafe katedebilirim.

Daha önce de yazdığım gibi, ABD vergi kanunları gereği kar amacı gütmeyen Around-n-Over kurumunun, vakıf olma ayrıcalığını sürdürebilmesi için, gelirinin en az üçte birinin bağışlarla sağlanması şart. Ben her sene bir önceki beş senenin gelir dökümünü çıkarıp ABD Vergi Dairesine yolluyorum. Proje masraflarımız Aktaş Group başta olmak üzere sponsorluklarla karşılanıyor; fakat gelen bağışlar düşük düzeyde kalınca o üçte bir oranı yakalamamız giderek zorlaşıyor.

2009 vergi hesaplarını bitirmeye fırsatım olmadı. Bu sene değilse bile önümüzdeki sene, Around-n-Over üçte bir bağış oranının altına düşecek. Bu açmazı çözmek için Altı Zirve Projesi’ni kendi başına şirketleştirip bu vakıftan ayırarak belki sponsorluk gelirlerini bu hesaptan çıkarabilirim. Ancak bu fikri hayata geçirmek ve sonrasında da iki ayrı şirket şeklinde yola devam etmek benim için ek bir bürokrasi, ek bir zaman kaybı demek olacak. Bunlar için maaşlı adam tutmak gerekir, benim hepsine vaktim yetmiyor, projeye enerjim kalmıyor. Bu vakıf işlerinin bana getirdiği külfetin haddi hesabı yok ve haybeye dövünüyorum. Hep beraber milyon dolarlık iş çevirebilecekken herkesin çağrılarımı kulak arkası edip es geçmesi nedeniyle göz göre göre bir yenilgiye doğru kayıyoruz; damlaya damlaya göl olur lafı bize yaramıyor.

Eğri oturup doğru konuşalım:
Yalnızım. Hiç kimse bana aksini iddia etmesin. En kolayı bu vakıf işlerinden elimi ayağımı çekip, bir profesyonel sporcu olarak yoluma devam etmek gibi görünüyor. Benim bu devrialem ve sonrasında gerçekleştireceğim projelerimin başarısı benden sorulur, ben sponsorlarıma bunların hesabını veririm. Ondan ötesini başarabilmem için yeterli destek yok. Yazıktır…

Bu mesajı herkes görsün diye 2.000 km ötedeki Perth’e varıncaya kadar aynen bırakacağım. Üstüne mesaj geçince yardım çağrılarım gömülüyor, arada kaynıyor.

Erden.

 

 

Scroll to Top