Eve Dönüş Hazırlıkları, 27 Mart 2012

‘Yapılacak İşler Listesi’nin sonu bir türlü gelmiyor. Upuzun listede üzerini çizdiğimiz her işin yerine muhakkak bir yenisi ekleniyor. Teknenin uzun yola hazırlanması, bozulan, yıpranan malzemenin, donanımın yenileriyle değiştirilmesi, elden geçirilmesi derken günler su gibi akıp geçiyor. Sabahtan akşama kadar teknede çalışıyor, sağa sola koşturuyoruz. Son günlerde bir de Falkland Adaları için izin belgesi temin etme işi çıktı.

Falkland Adaları fiili olarak İngiltere’ye ait. Uluslararası camiada İngiltere’nin deniz aşırı toprağı olarak kabul ediliyor. Ancak Arjantin’de durum farklı… Burada Falkland Adaları İngiliz işgalindeki Arjantin toprağı olarak kabul ediliyor. Zaten bu ülkede hiçbir yerde Falkland ismi telaffuz edilmiyor. Adaların Arjantin’deki resmi adı Malvinas. Birkaç gün sonra, 1982’de İngiltere ile yaptıkları ve birçok Arjantinli askerin hayatını kaybettiği Malvinas savaşının yıl dönümü anılacak.

Falkland’a Falkland demek, İstanbul’a Konstantinopolis demek gibi bir şey. Uzaklar II’nin sancak gurcatasında Arjantin bayrağı asılı. Bu o ülkenin kurallarına uymayı kabul ettiğimiz, değerlerine saygı göstereceğimiz anlamına geliyor. Verdiğimiz sözü tutmaya çalışıyor, adalardan söz etmek gerektiğinde Malvinas adını kullanıyoruz. Hem Malvinas benim kulağıma daha hoş geliyor. Müziği olan bir isim…

Alacağımız izin belgesinin adadaki İngiliz yetkililer açısından hiçbir değeri yok. Hatta onlar için komik bir kâğıt parçası… Zaten biz de bu belgeyi onlara göstermek için almıyoruz. Adalara izin belgesi olmaksızın uğrayan ziyaretçileri, eğer yeniden bir Arjantin limanına uğrarlarsa, büyük cezalar bekliyor. Malvinas’tan sonra tekrar Arjantin’e uğramayacağız. Planımız böyle… Fakat deniz hâli hiç belli olmuyor. Hiç umulmadık bir zamanda acil bir durum ortaya çıkabiliyor.

Bu gibi kâğıt işleriyle uğraşırken aklıma sık sık Antarktika geliyor. Hiç kimseye ait olmayan bu kocaman kıtada meğer ne kadar rahatmışız. Ne resmi formaliteler, ne pasaport, ne vize derdi… Evet, gidene kadar Güney Okyanusunda epey hırpalanmış, anamızdan emdiğimiz süt burnumuzdan gelmişti. Ama karaya ayak basınca karşımıza ne aksi suratlı pasaport polisleri, ne şüpheyle yüzümüze bakan gümrükçüler, ne de para sızdırmaya çalışan esnaf çıkmıştı. Ne güzel bir ülkeydi orası…

Scroll to Top