Bugün hareket etmeyi planlıyorduk. Ancak sabah kalktığımızda gördüğümüz manzarayla şaşkınlığa uğruyoruz. Dışarıda lapa lapa kar yağıyor. Etrafımızı çevreleyen yüksek tepeler beyaz bir örtüyle kaplanmış.
Diz boyu karla dolmuş havuzluğa çıkıyoruz. Teknenin üzeri askeri birliklerdeki hangarları andıran bir şekle bürünmüş. Bir küpeştenin kenarından başlayan kar yığını diğer küpeşteye kadar yarım daire şeklinde uzanıyor. Güverte nerede bitiyor, kamara nerede başlıyor belli değil.
Denize bakınca hayretler içinde kalıyoruz. Suyun üzeri donmuş! İlk defa buz tutmuş bir deniz görüyoruz. Karaya giden koltuk halatları buzun üzerine yatırılmış uzun sopalara benziyor. Onlar da donmuş.
Direk tepesinden inen mandar halatlarının üstü karla kaplı. Rüzgârın savurduğu kar taneleri halatların rüzgârüstü taraflarına boydan boya yapışmış, beş santim kalınlığında kardan bir yelpaze gibi direk tepesinden aşağıya kadar sarkıyor.
Uzaklar II birkaç gündür Beagle kanalının güney yakasındaki Cinco Estrellas (Beş Yıldız) adlı koyda demirli. Burası adı gibi beş yıldızlık bir koy. Dışarıda kıyamet kopsa içerde suyun yüzü bile kırışmaz. Ancak iki teknenin sığabileceği, havuzu andıran koyun dibine bir şelale dökülüyor. Sibel buzuldan gelen berrak suyu görünce biriken çamaşırları yıkamıştı. Vardavela tellerine asılı çamaşırlar kaskatı kesilmiş. Donmuş korkuluklar gibi sallanıyorlar.
Bu koşullarda hareket etmemiz mümkün değil. Rüzgârın kuzeye dönmesini beklemeye karar veriyoruz. Rüzgâr kuzeye dönerse havanın biraz ısınacağını, buzların çözüleceğini umuyoruz. Güney Yarıküre’de olduğumuz için rüzgâr güneyden, Antarktika üzerinden eserse havayı iyice soğutuyor. Kuzeyden estiğinde ise hava yumuşuyor.
Geceleri teknenin içinde sıcaklık beş dereceye kadar düşüyor. Nefes alıp verirken ağzımızdan buharlar çıkıyor. Termal içliklerin üzerine giydiğimiz polar tipi kazaklarla yatmak gerekiyor. Aküler ölme noktasına yaklaştığından ısıtıcıyı gün içinde ancak birkaç saat çalıştırabiliyoruz.
Akülerin bu noktaya gelmesi hiç ummadığımız bir sürpriz oluyor. Daha yeni sayılabilecek aküler bir süredir can çekişiyor. İyi bir akünün en az beş yıl sorun çıkarmadan çalışması gerekirken bizimkiler iki buçuk yılı doldurmadan bu hale geldiler. Anlaşılır gibi değil… Ulaşacağımız ilk yerleşim yerinde yeni aküler almamız gerekiyor.
Dip Not: Yazının son cümlesini yazmış, noktayı koyarken Sibel’in dışarıdan seslendiğini duyuyorum, “Osman, bunu görmelisin…” Masadan kalkıp merakla havuzluğa çıkıyorum. Başımı kaportadan çıkarınca beyaz bir adamla burun buruna geliyorum. O da ne… Bu bir kardan adam!
Sibel kamara davlumbazının üzerine kocaman bir kardan adam yapmış. Herşeyi tastamam… Burnu havuçtan, gözleri, ağzı ve düğmeleri deniz kabuğundan. Elinde botun demirini tutuyor. Başına askerlik zamanımdan kalma şapkayı kondurmuş. Şapkanın siperliğinde T.C.B (Türkiye Cumhuriyeti Bahriyesi) işaretleri…
Sibel gülerek, “Sana yeni mürettabatımızı takdim edeyim,” diyor. “Adı, Beyaz Bahriyeli!”