Milleri birer birer yutuyoruz. Horn Burnu, Nassau Körfezi dümen suyumuzda kalıyor. Beagle Kanalında ilerleyen Uzaklar II iki ay önce yola çıktığı Ushuaia’ya doğru yaklaşıyor. Antarktika artık çok gerilerde kaldı. Aramızdaki 600 millik mesafe her geçen dakika biraz daha artıyor. Zihnimin bir kısmı bu gerçeğin ve nerede olduğumuzun farkında… Bir kısmı ise geçmişe takılıp kalmış, kendini hâlâ Antarktika’da sanıyor. Ne zaman gözlerimi kapasam, beyaz kıtanın siyah-beyaz görüntüleri kafamın içinde resmigeçide başlıyor.
Kar ve buzla kaplı dağları, etrafımızı saran tuhaf biçimli aysbergleri, donmuş denizi, akıntı çağanozu gibi efelenerek yan yan yürüyen penguenleri, buzun ve kayaların üzerinde miskin miskin yatan, kocaman kafalarını kaldırıp yanlarından geçen tekneye bakmaya dahi üşenen pos bıyıklı denizaslanlarını, havaya su püskürten balinaları, sürme gözlü albatrosları görüyorum.
Elle tutulamayan, gözle görülemeyen ama iki ay boyunca varlığını hep hissettiğimiz soğuk bile sanki hâlâ bizimle birlikte. Yaşamı haftalar boyunca soğukla paylaşmak meğer ne tuhaf, ne zor şeymiş. Geçimsiz, aksi, nemrut bir eşle evlilik hayatını sürdürmeye çalışmak da böyle bir şey olsa gerek! Ancak insan zamanla her şeye alışıyor. Biz de alışıyoruz. Kafamızdaki üşümeye dair kavramlar bile değişiyor. Soğuğun ve üşümenin hayatımızın olağan bir parçası olduğunu kabul ediveriyoruz.
Gözüm kuzinede bulaşık yıkayan Sibel’e takılınca şaşırıyorum. Bulaşık yıkıyor, ama niçin eldivenlerini giymemiş. Renkli plastik eldivenlerin içine giydiği yün eldivenlerle kocaman görmeye alıştığım eller yerine, çıplak iki küçük elin tabakları deniz suyuyla durulaması tuhafıma gidiyor. Merak edip soruyorum. Gülerek cevaplıyor: “Su çok sıcak da ondan…” Antarktika’da sıfır olan su sıcaklığının burada sekiz dereceye çıktığını, artık ellerinin üşümediğini söylüyor. Kendimi tutuyor: “Ama Antarktika’ya gitmeden önce burada da ellerin üşürdü, hep eldivenle yıkardın,” demiyorum.
Ushuaia’nın ahşap iskelesi görünüyor. İskelenin üzerinde toplanmış bir grup el sallıyor. Kimi tanıdık yüzler… Koltuk halatları atılıyor, iskeleye aborda oluyoruz. Türkiye’den, Buenos Aires’ten ve Brezilya’dan gelmiş karşılayıcılarımızla sarılıp kucaklaşıyoruz. Trt Türk’ün Genel Yayın Yönetmeni Ümit Sezgin, Arjantin Büyükelçimiz Hüsrev Ünler, eşi Binnur Ünler, THY’nin Brezilya müdürü Atagün Kutluyüksel ve yardımcısı Maximiliano Caprarulo, Uzaklar Antarktika belgeselinin yapımcısı Vira Medya’dan Ersin Çakır ve Cem Hamuloğlu ile sarılıp kucaklaşıyoruz. İskelede başka Türk dostlarımız da var. Ahmet Merey ve Ertuğrul Melikoğlu da buradalar.
Ushuaia ‘Dünyanın Ucundaki Şehir’ olarak biliniyor. Karşılayıcılarımızın sırf bizim için bu kadar uzak bir yere gelmelerine, bu kadar yola katlanmalarına sebep olduğumuz için üzülüyoruz. Keşke daha yakın bir yere gelebilseydik. Ancak üzüntümüz fazla uzun sürmüyor, akşam yemeğinde her şeyi unutuyoruz. Sıcacık bir lokantanın loş bir salonunda, aynı dili konuştuğumuz, aynı şeylere güldüğümüz, özlediğimiz soruları sorabildiğimiz, sıcacık bir sohbetin ortasındayız. Havada uçuşan kelimeler, kahkahalar, bir buçuk yıl önce Buenos Aires’te tanıştığımız Ermeni dostlar Onnik Nahabetyan ve eşi Osan’ın benzer bir yemekli toplantısını hatırıma getiriyor. O akşam Osan teypteki fasılı değiştirdikten sonra gelip yanımıza oturmuş ve: “İnsanın kendi adamlarıyla birlikte olmasının tadı hiçbir şeyde yok…” demişti. Osan’a bir kez daha hak veriyorum.