28. Gün, 17 Ağustos 2012

Uzaklar II’nin Güney Okyanusunda başlayan uzun yolculuğu sürüyor. 28 gün geride kaldı. Atlantik’i güneyden kuzeye doğru uzunlamasına geçmek hiç de kolay değilmiş. Hele hâkim rüzgârlara karşı olunca, yol git git bitmek bilmiyor. Dün hesapladım; Falklandlardan buraya kadar düz rotayla 3.000 mil yol katetmişiz. Az değil, ama gerçek mesafe daha da fazla. Fırtınalara ve kafadan gelen rüzgârlara karşı yaptığımız zig zakları da ekleyince 3.400 mil çiğnediğimiz ortaya çıkıyor. Buna rağmen yarı yolu bile bulmadık, önümüzde katedilecek daha çok mil var.

Güney yarıkürenin ticaret rüzgârları sahasındayız. Rüzgâr gündoğusu ile keşişleme arasından 5 bazen 6 kuvvetinde esmeye günlerdir devam ediyor.  Arada boralı günler de yaşıyoruz. Küçük fırtına bulutları gün boyu üzerimizden geçiyor. Biz de onların geçişine ayak uyduruyor, sabahtan akşama, geceden sabaha durmadan yelkenleri sarıyor, küçültüyor, rüzgâr dümenini ayarlıyoruz. Fakat şikayetçi değiliz… Ne olursa olsun keyfimizi bozmamaya çalışıyoruz. Güneyin fırtınalı sularından sonra halimize hep şükrediyoruz.

İki gün önce sabah havuzluğa çıktığımda oltanın ucuna bağlı don lastiğinin gerili olduğunu fark ediyorum. Misinayı yoklayınca ucunda balık olduğu anlaşılıyor. Üzerindeki gerilime bakılırsa da epey büyük bir şey… Misinayı hayvan ileri doğru hamle yaptıkça boşunu ala ala topluyoruz. Biraz sonra teknenin kıçında koca bir balık beliriyor; sırtı fosforlu mavi renkte, kafasının ucundaki kılıcı sallayarak iki yana harmanlıyor, kurtulmaya çalışıyor. Bu bir ‘Blue Marlin’…

Hayvan bizim ziyan etmeden yiyebileceğimizden daha büyük görünüyor. Belki kurtulur diye bir süre bekliyoruz. Fakat çiftli zoka kılıcına mıh gibi girmiş, çıkacağa benzemiyor. Mecburen kakıç yardımıyla güverteye alıyoruz. Boyu neredeyse bir küpeşteden diğerine uzanıyor. Şerit metreyle ölçüyoruz; kılıcının ucundan kuyruğuna kadar 2 metre çıkıyor. Ağırlığı teknedeki baskülün kapasitesinden fazla; onu da 35 kilo olarak tahmin ediyoruz.

Balığın kafasını testere ile kesiyorum. Derisi zırh gibi, bıçak işlemiyor. Bıçağın sivri ucunu sokup kanırttıktan sonra kesmek ancak mümkün oluyor. Bir karış uzunluğunda filetolar çıkarıyorum. Bu arada tekne dalgalı denizde sert yalpalara düşüyor. Vücudumu rüzgâr dümeniyle kıç platform arasındaki boşluğa sıkıştırmış teknenin yalpalarını karşılamaya çalışıyorum. Balığı kestikçe kıç üstü hayvanın kanıyla kızıla dönüyor, ama bordada patlayan dalgalar güverteyi süpürürken kanları da silip götürüyor. Dalgaların balığı ve bıçakları da denize sürüklememesi için hayvanı ve aletleri sıkı sıkı tutmaya çalışıyorum. Bir yandan da düşünüyorum; keşke bir elim daha olsaydı!

Nihayet etle dolu büyük çamaşır kovasını, sağ salim Sibel’e teslim ediyorum. Bundan sonrası onun işi… Önce son limonlarımızdan biriyle büyük bir kap çiğ balık hazırlıyor. Sonra öğlen yemeği için iki tava balık kızartmaya başlıyor. İkinci tavayı yaparken çok büyük bir dalga sancak bordada patlıyor. Tekne iskele tarafına yıkılıyor. Kuzinedeki tavanın havalandığını görüyorum. Tava büyük bir daire çizerek baş aşağı yere kapaklanıyor. Sibel hiç istifini bozmadan balıkları yerden toplayıp daha derin bir tencereye koyuyor ve işine kaldığı yerden devam ediyor

Balığın pempemsi eti pişince beyazlamış. Diri ve lezzetli… Hafif mayhoş tadı  hoşumuza gidiyor. Teknedeki buzdolabını kullanmıyoruz. Bu sıcakta balığın hepsini bozmadan yemek mümkün değil. Sibel iki günlük et ayırıp kalanları konserve yapmaya başlıyor.

Önce cam kavanozlar düdüklü tencerede sterilize ediliyor. Sonra içine etler konuyor. Ardından kavanozlar tekrar düdüklüye yerleştiriliyor ve bir buçuk saat kaynatılıyor. Soğuyunca çıkarılıp gazete kağıdı üzerine ters vaziyette konarak sızma, akma var mı diye kontrol ediliyor.

Balık bitecek gibi değil. Teknede uygun kavanoz kalmayınca tuzlamaya geçiliyor. Cabo Verde adalarındaki balıkçıların yakaladıkları balıkları nasıl tuzladıklarını görmüştük. Teknede kalın tuz bol… Kalan balıklar aynı usulle tuzlanmak üzere kocaman bir kasanın içine konuluyor.

Akşam vardiyayı Sibel’e bırakıp yattığımda lavabonun içi hâlâ yarıya kadar balıkla doluydu. Sabaha karşı kalktığımdaysa kuzinenin neta olduğunu görüyorum. Kavanozlar bir yana sıralanmış, tuzlama kasası havuzluk davlumbazının altına konmuş.

Havuzlukta durup ileriye doğru bakıyorum. Karanlıkta hiçbir şey gözükmüyor. Yıldızların ışığı sadece bodoslamanın iki yanında uzayan dalga köpüklerini aydınlatmaya yetiyor. Teknenin hızla gittiği böyle fark ediliyor. Uzaklar gecenin içinde son sürat ekvatora doğru koşuyor.

 

Scroll to Top