Osman Atasoy’u unutmadınız değil mi? Eşi Zuhal ile birlikte 1992-1997 arasında küçücük teknesiyle bir dünya seyahati yapmıştı hani. Yolda bir kızları dünyaya gelmişti de okyanuslarda dalgalanmaya yine devam etmişlerdi.
Aylarca Sabah gazetesinde seyir günlüklerini okumuş, onlarla beraber heyecanlanmıştık hani. Binlerce insan yollara düşüp onları milli kahramanlar olarak karşılamıştı, canlı yayınlarda izlemiştik. Tekneleri Uzaklar’ı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın Beşiktaş’taki müzesine konulmuştu da, kısıtlı imkanlarına rağmen büyük işler başarmak isteyenlere umut olmaya devam etmişti. Hatırladınız değil mi? Ben hakiki kahramanları tantanalar bittikten sonra daha fazla merak ederim. Sesleri çıkmıyor, şimdi ne yapıyorlar acaba derim. Yaz mevsimi bittiğinde daha fazla düşünürüm denizi, sahillerin yalnızlığını. İşte bu duygularla buluştum Osman Atasoy’la. Uzaklar 2 adlı ikinci teknesini evi yapmış, deniz üstünde yaşıyor. Kışı Gökova’nın koylarında geçiriyor. Saatlerce konuştuk, denizciliğin sorunlarını, avucunun içi gibi bildiği kıyıların nasıl korunabileceğini, kendisine neden resmi bir koruma görevi verilmediğini, yeni dünya seyahati projesini, ayrıldığı eşini… Asıl hikâye söyleşinin sonunda çıktı. O gurur ve azim simgesi Uzaklar, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın verdiği söze rağmen Beşiktaş’taki müzeden adeta kovulmuştu. On beş gündür Rahmi Koç’a ait bir atölyede bakım görüyordu ve ocak ya da şubat ayında Koç’un kendi dünya seyahatini anlattığı kitabının tanıtım kampanyasına katkı yapmak üzere, Koç Müzesi’nde görücüye çıkacaktı. Tabii daha önce konuştuğumuz her şeyden vazgeçip tamamen bu hikâyenin üzerine kurdum söyleşiyi. Okuyacağınız söyleşi, bir Türkiye fotoğrafıdır. Nasıl bir fotoğraf olduğunu siz söyleyin bana…
İkinci bir dünya seyahatine çıkacaktınız. Sponsor bulamadığınız için mi gerçekleştiremediniz bu arzunuzu?
Evet. Aslında en güzeli bu işi sponsorsuz yapmak. Çünkü sponsor bağımlılık demek. Parayı verenin tanıtım aracı oluyorsun ister istemez. Ticari bir boyut kazanıyor seyahatiniz.
Rahmi Koç’tan sponsorluk isteseydiniz. Ne de olsa o da denizci sayılır.
Ona gittim tabii ama bakın neler oldu. Bizim seyahat boyunca, “Ben de dünya seyahatine çıkacağım. Bana tecrübelerini aktarır mısın?” diye mektup yazardı. Ben de cevaplardım. “Bu sene yine çıkamadım. Memleketin durumu izin vermedi.” derdi. Onca zaman yazışıp bilgilerimizi paylaştığımız için teknesiz dönemimde ona telefon ettim, “Tamam bir dosya yolla, bunu ciddi düşünüyorum.” dedi. O sırada deprem oldu. Bana yolladığı cevapta, “Dosyayı inceledim, çok istiyordum. Ama depremde bayağı bir zarar gördük. Tanıtım ve reklam işlerini dondurduk.” dedi. Sonra Hüsamettin Özkan’ın yardımıyla Uzaklar 2 adını verdiğim teknem oldu. Yeni bir seyahat için Rahmi Koç’a bir daha başvurayım dedim. Bana faks çekti, “Ben de dünya seyahatine çıkıyorum, ben de sponsor arıyorum.” diye.
Aaa! Rahmi Koç’un sponsora ihtiyacı mı varmış?
Ona, ‘Eğer imkanınız varsa sponsorsuz yapın bu seyahati. Rahat edersiniz. Çünkü sponsor onun ruhunu öldürür.’ dedim.
İronik bir cevap. Ciddi olarak sponsor mu arıyormuş gerçekten?
Tabii tabii ciddi. Nitekim Turgay Ciner ona sponsor oldu 1 milyon dolara. Ama daha sonra Rahmi Koç’un ailesi araya giriyor. ‘Böyle olursa Doğan grubuyla bir tatsızlık olur. Onlarla da iş yapıyoruz.’ diyorlar. Geri verdi Rahmi Bey o 1 milyon doları. Sonra kendi imkanlarıyla çıktı.
Onun dünya seyahatini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Onu takdir ediyorum, teknesinin bayrağı Türk olmasa da. Tabii zengin bir işadamı. Ondan bizim gibi, Sadun Boro gibi bir seyahat yapmasını beklememek lazım. Tabii ki arzusunu tatmin edecek ama onu duyurma tarzı, işte herkes arkamdan dua etsin demeler, partiler şunlar bunlar çok lüzumsuzdu. Türkiye’de yat bir olumsuzluk çağrıştırır halkın gözünde. Haramzadelerin sefa aracıdır falan gibi düşünülür.
O yüzden mi tekne der çoğu insan, yat demez.
Evet. Çünkü bu zengin şımarıkların işi diye düşünülür. Sadun Abi ile başladı, yelkencilik, dünya seyahati, farklı yerlere gitmek, kabul edilebilir bir noktaya geldiydi. Bizim de ona bayağı bir katkımız olduğu söyleniyor. Çok daha küçük bir tekne ile, bir aile olarak seyahat yapmak hep takdir aldı. Birdenbire Rahmi Koç yatla dünya seyahati, İhsan Kalkavan yatla dünya seyahati… Yıllardır üst üste konulan yelkenli sevgisi, onların şaşaalı duyurularıyla zarar gördü bu amatör ruh. Daha sessiz, vakur bir şekilde yapabilirlerdi. Neyse şimdi bizim Uzaklar maalesef Koç Müzesi’ne gidiyor.
İnanmıyorum! Yıllardır Beşiktaş’taki Deniz Müzesi’ndeydi. Ne oldu, askerler artık sivil kahraman görmek istemiyor mu?
Orada büyük skandal oldu. Ama ben onu hiç kimseye söylemeyeceğim. Dün Sadun Abi ile konuştum, ağladı resmen.
Sizin o minicik Uzaklar’ınız, bize, “İstersen başarabilirsin, uzakları yakın kılabilirsin.” mesajı veriyordu. Beşiktaş’ta, göz önündeydi. Gururumuz, sınırları aşma umudumuzdu. Şimdi devlet onu Rahmi Koç’a mı gönderiyor?
Biz dünya seyahatinden döndüğümüzde tekneyi Rahmi Koç, Hasköy’deki müzesine almayı teklif etti, hatta yerine yepyeni bir tekne verecekti. Biz ‘Deniz Müzesi’ne hibe ettik.’ deyince çok kızdı. “Karşılığında ne verdiler, parasız kimse kimseden bir şey almıyor.” dedi. Biz Zuhal ile gittik o müzeye baktık. Çok modern bir müze kurmuş ama deniz görmüyor, Uzaklar orada mutsuz olurdu. Uzaklar bizim için canlı, ruhu olan bir varlıktır. Çok şey borçluyuz ona. ‘Bir de Beşiktaş’ta Deniz Müzesi var, oraya bakalım.’ dedik. Müzenin sahil kapısından girdiğimizde ikimiz aynı anda “İşte burası.” dedik. Dünyanın en güzel yeri Boğaz’da, okyanustan gelip giden gemileri gören Uzaklar’ın mutlu olacağı bir yer.
O zaman kimdi kuvvet komutanı?
Rahmetli Güven Erkaya. Ona bahsettik. “Sizi tebrik ediyorum bu kararınızdan dolayı. Ne gerekiyorsa yapılacak.” dedi. Askerler aldılar tekneyi. Son bakımını dahi kendimiz yaptık. Tekneyi verirken, ‘Sizden tek bir şey istiyorum, tekneye iyi bakın. O bizim çocuğumuz, yerini değiştirmeyin, çünkü biz onu yeri için veriyoruz buraya.’ dedim. “Tamam, asker sözü.” dediler.
Tekneyi verirken kızınız Deniz’e de danıştınız mı?
Danıştık tabii. İsterseniz verin ama, ben başaltı kamaramı vermem dedi. O başaltında yatıyordu ya, ‘Orayı kesin, geri kalanını verin.’ dedi. ‘Ama kızım nasıl keselim, edelim’ falan dedik. O zaman da İlhami Erdil kuvvet komutanı olmuştu. Açılışı o yaptı. Rahmi Koç’a, ‘Tekneyi Deniz Müzesi’ne vereceğiz.’ dediğimde bana “Orada tekneyi atarlar bir sundurmanın altına heder olur.” demişti. Açılışa onu da çağırmışlar. “Ben o gün öyle dedim ama çok güzel yapmışlar burayı.” dedi. Hatta masraf olmasın Deniz Kuvvetleri’ne diye, benim kuzenim ve kocası, meşhur mimarlardır. Onlar para almadan bütün o projeyi çizdiler. Ben Sabah gazetesinden televizyonu aldırdım, oraya video koydurdum, devletimize yük olmayalım diye. O gün törende İlhami Erdil, “Sevgili Osman-Zuhal-Deniz. Uzaklar bugüne kadar demirlediği en emin limandadır. Gözünüz arkada kalmasın. Hep burada kalacak. Denizciğim sen de merak etme. Başaltı kamarana da en iyi şekilde bakılacak. İstediğin zaman gelip kalabilirsin” diye çok güzel bir konuşma yaptı. Güven Erkaya’nın mesajını da okudular. O da, “Uzaklar en güvenli yerdedir, ona iyi bakılacak.” dedi. Fakat teknenin iyi bakılmaması ile ilgili bir tane çok üzücü bir olay oldu orada. Onu askerlere söz verdiğim için söyleyemem. Bana, ‘Bundan kimseye bahsetmeyin.’ dediler. Kötü bir şey geldi orada teknenin başına.
Onlar sözlerinden dönebilirler, siz dönmeyin tamam. Olay ihmalden mi kaynaklandı, kasıt mı vardı?
İhmalden dolayı oldu. Bir tek Zuhal ve ben biliriz onu. Aradan bir süre geçti. Müzeden bir binbaşı telefon etti, “Teknenizi geri vereceğiz.” dedi. Şoke oldum. Hemen gittim. ‘Nasıl olur?’ dedim, ‘Ben bunu size hibe ettim.’ ‘Müzede yeni bir yapılanma olacak, tekneyi istemiyoruz.’ dediler.
Sanırım Uzaklar, Deniz Müzesi’ndeki tek sivil objeydi.
Öyle. Her şey askerîdir orada. Ve yelkenle ilgili yegane parça Uzaklar’dı. Ziyaretçi defteri konmuştu. O kadar etkileniyor ki gelenler, ufacık bir tekneyle o kadar yol nasıl aşıldı falan. Amacımız da insanlara cesaret aşılamaktı zaten. Orada bir fener olsun, denizciliğe katkı yapsın istedik. Ben Deniz Kuvvetleri Komutanı’na başvurdum. Sonra hemen lafı çevirdiler. ‘Yanlış anlaşılmış.’ dediler. Daha sonra yeni bir mimari proje düzenlemişler. Dediler ki tekrar ‘Uzaklar’ı koyacak yerimiz yok, geri alın tekneyi.’ Dedim ki, ‘Bakın çok ayıp ediyorsunuz.’ Hatırladığım kadarıyla o dönemde Bülent Alpkaya idi komutan. Tabii çok canımız yandı bu karara. Çok üzüldük. ‘Yeni müzeyi yapın, belirli bir süre sonra korsunuz.’ dedim. ‘Yok’ dediler, ‘Kesinlikle ona yerimiz yok.’ Yedi buçuk metrelik bir tekneye yer bulamadılar. Rahmi Koç, ‘Tekne için para veremeyiz’ dedi
Uzaklaştırma kararından İlhami Erdil’i haberdar etmediniz mi? Gerçi sonradan o da yargılandı ama…
Bütün komutanlar biliyor verilen sözleri. Kayıtlı zaten her şey. Törende yapılan konuşmalar var. Aslında tekne artık onların; ama etik diye bir şey var. Hatta bana, “Gölcük’e mi, Çanakkale’ye mi koyalım?” dediklerinde, ‘İsterseniz görücüye götürürsünüz oralara ama bana soruyorsanız ben Beşiktaş’ta durmasını istiyorum, bana asker sözü verdiniz.’ dedim. Bu bir skandaldır resmen. Duyulmasından çekindikleri için benim onayımı almak istiyorlar tabii. En sonunda dediler ki, “Çok düşündük, İTÜ Denizcilik Fakültesi’nin Tuzla’daki kampüsüne koyalım tekneyi”. ‘Olmaz’ dedim. Çok ısrar ettiler. En sonunda artık, ‘Lanet olsun, madem ki onu istemiyorsunuz bari Koç Müzesi’ne gitsin.’ dedim. Telefon açtım Rahmi Koç’a, ‘Müze yıkılıyormuş, tekneyi size vermek istiyoruz.’ dedim. Çok sevindi. Ama hiç belli etmedi. İlk söylediği şey, “Ama tekne için bir para veremeyiz.” oldu.
Halbuki içinizin yandığını biliyor, acınızı hafifletecek şekilde sizi onore edebilirdi.
Hemen adamlarına haber verdi, tekneyi aldılar. Ümraniye’de bir atölyeye götürdüler. Ben Uzaklar’ın kitabı çıkınca, askerden müzeye almalarını istemiştim. Teknenin yanında tamamlayıcı bir unsur olarak dursun dedim. Müzede kitap satılıyor çünkü. Müze müdürü bana, “Yapamam, çünkü biz yönetmeliğe göre sadece Deniz Kuvvetleri’nin yayınlarını satıyoruz.” demişti. Bu kitabı üstelik Deniz Kuvvetleri kendi okullarına tavsiye etmişti. Tabii ağırıma gitti. Sonra Rahmi Koç belki alır diye düşündüm. Bu kitaptan iki- üç yüz tane, gerekirse yüzde yirmi ıskontosu ile alsın. Müzesinde satılır yavaş yavaş. Rahmi Bey cevap yazdı: “Kitapları konsinye yollarsanız seve seve satarız. Yalnız bizim öyle kitap almak için bütçemiz yok.”
Şahsi servetinden mi alamazmış?
Onu düşünemedi sanırım.
İlk başta size Uzaklar’ın karşılığında başka bir tekne vermeyi kabul etmişti. Ama şimdi eline düştünüz tabii. Tekneniz ne zamandır o atölyede?
On beş, yirmi gün evvel gitti oraya. Rahmi Koç, “Uzaklar’ın bize verildiğini, ocak veya şubat ayında bir törenle duyurmayı planlıyorum.” diyor. Dünya seyahati yaptı ya, seyahatin kitabını hazırlıyor şu anda. Ocak ya da şubatta çıkacak.
Size yardım için iki yüz kitap almıyor; ama kendi kitabının tanıtımında kullanacak Uzaklar’ı.
Evet, tabii onu yaparken bir artı değer çıkartıyor. Uzaklar’ı alması kendi kitabına daha bir ilgi çekecek. ‘İki-üç yüz tane kitap al’ derken bunu tekneyi vermenin bedeli olarak değil asla, ama ihtiyacım olduğunu söyledim açıkça.
Hikâyeniz askeriyle, siviliyle, zenginiyle, Türkiye’nin genel zihniyetini özetleyen güçlü bir fotoğraf.
Ben askerleri gözümde çok büyütürdüm. Uzaklar’ı alırkenki tavırlarından çok etkilenmiştim. Askerliğimi yaparken bir komutan vardı. Bize cephane verirken, “Arkadaşlar bir kurşuna bile sahip çıkacaksınız, bunda tüyü bitmemiş yetimin hakkı var.” demişti. O aklımda kalmıştı. O yüzden tekneyi verirken, askerler az para harcasınlar diye ben yapmıştım birçok masrafı.
Demek askerlerin böyle yapmasının bir skandal olduğunu düşünüyorsunuz.
Sizce de değil mi? Faydalı bir şeydi o tekne orada, ne çok insana heyecan verdi. İçinde deniz sevgisi olanlara ne çok ışık tuttu. Uzaklar orada birçok kişinin yapacağından fazlasını yapmıyor muydu?
Yapıyordu elbet. Onu seyredenlere “kendine güven, sınırlarını aş” diyordu. Üzülmeyin, Rahmi Bey iyi bakar teknenize.
Uzaklar bir sembol oldu. İstanbul’a dönerken geçtiğimiz yerlerde herkes onu işaret ediyor, Uzaklar, Uzaklar diye tempo tutuyor, geliyor böyle dokunuyordu.
Çünkü dokundukları nesne, “Uzak dediğin şey aslında çok yakındır. Eğer istersen tabii!” diyordu. Peki müzeye vermek zorunda mıydınız?
Uzaklar’ı yeni bir seyahate götürmeye hakkımız yoktu. Onu daha fazla zorlayamazdık. Askerî bir müzeye verirsek orada ilelebet yaşar dedik. Bizim hayattaki yegane maddi varlığımızdı. Ne bir evimiz, ne arabamız, ne cebimizde paramız, ne işimiz vardı. Sadece Uzaklar’ımız vardı…
www.zaman.com.tr